Stockholm ve Lima Sendromu

Daha önce bunlardan birini mutlaka duymuşsunuzdur. 4 günlük karantina sürecinde izleyeceğim filmlerden birinin adı Berlin Sendromu olunca ben de, çok bilinen psikolojik, birbirine çok benzeyen iki sendromun açıklamalarını sizlerle paylaşmak istedim. Ne nedir, hangisinde kim kimle duygusal bağ kuruyor hepsini öğrenelim. 

İlk olarak en bilindik Stockholm sendromu ile başlayalım. Rehin alma vakalarında rehine ve rehin alan kişi arasında oluşan duygusal bağ, semptom ya da elektrik artık ne diyorsanız. Rehine, rehin alan kişinin yanında olur, durumu benimse ve savunur. Kısaca; celladına aşık olmak. Esasen bu durum rehinenin verdiği bir karar değil, baskıdan doğan bir psikoljik durum. Rehin alma, tecavüz, taciz, savaş, hayat kadınları, aile içi şiddet, dini ve siyasi baskı gibi birçok durumda Stockholm sendromuna rastlanılır.
Bu sendrom; 1973'te, Stockholm'de  gerçekleşen bir banka soygunundan ismini almıştır. Jan-Erik Olsson ve hapisten onunla firar eden bir arkadaşı, 4 banka görevlisini rehin tuttarak altı gün süren bir soyguna kalkışır. Olsson, rehinelere o kadar iyi davranır ki rehinelerden Kristin Enmark ile Olsson arasında duygusal bir ilişki başlar. Olay sırasında telefonla basına konuşan  Kristin Enmark’ın “Asıl korktuğum polis. Biz burada iyi vakit geçiriyoruz”der. Bu olay ülekede büyük etki yaratır. Bankanın polisler tarafından sarıldığını duyunca Enmark bunu Olsson ile paylaşır ama sonuç Olsso'nun tutaklanması ile biter. Olay, ülkede: “Soyguncular bankadan para çalamadılar ama bazı insanların kalbini çaldılar” şeklinde yorumlanır. Dava sonucu 4 banka görevlisi, para toplayım Olsson ve arkadaşı için savunma yaparlar. Hatta Enmark, nişanlısından ayrılıp Olsson'nun hapisten çıkmasını bekler.Enmark'ın yaşadığı bu durum psikoljik bunalım olarak adlandırılır ve tarihe Stockholm sendromu olarak geçer. 


İkinci olarak Lima sendromu da aslında bu durumun tam tersi. Lima sendromunda rehin alan kişi, rehineye duygular besler. Bu olay , 1996 yılında Peru'nun başkenti Lima'da Japon Büyükelçiliği’ndeki bir kaçırma olayından almıştır. Bir grup terör örgütü üyeleri, yüzlerce insanı elçilikteki bir kutlama sırasında Japon Büyükelçiliğini basarak rehin alır. Tüm rehinelerin öldürecekleri tahmin edilen teröristler birkaç saat içinde, rehinelerin çoğunu onlara duydukları sempati (yaşadıkları psikolojik bunalım) sebebiyle serbest bırakırlar. Lima sendromu da birçok vakada görülmüştür. Bu vakıalardan biri de kaçırılan yazar Mariano Querol'un 18 gün boyunca rehin alınmasıdır. Querol, para için kaçırılır. Bu rehin günlerini Querol, onlarla bir şekilde bağ kurduğunu, birlikte kitap okuyup, televizyon izlediklerini dile getirir. Serbest bırakma sırasında ise çok korktuğunu ama rehin alanlardan birinin ona korkmamasını, ona asla zarar gelmeyeceğini söyler. Hatta taksiye binmesi için taksi parası bile verir. 


Bugün birçok filmin, dizinin de konusu olmuş bu iki sendromun, aslında bir psikolojik bunalım olduğunu unutmayalım. Hatta bu sendromun semptomlarını gösterenleri düşünürsek hayli hassas bir konu. Asla özenilecek ya da sağlıklı bir ilişki durumu değil görüşümce. Sizin bu sendromlar hakkındaki görüşleriniz neler paylaşmak konuşmak isterseniz yorumlara bırakabilirsiniz. Berlin Sendromu filmini izleyince de mutlaka sizinle paylaşacağım. Şimdilik bu kadar.

Bir sonraki yazımda görüşmek üzere. 



 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Netflix'te mevcut İspanyolca diziler (DİZİ ÖNERİSİDİR) 👀

Capitoline Wolf (The Roman She-Wolf)

Hangi içkinin yanında hangi yiyecek tüketilmeli?